20 Kasım 2014 Perşembe

Orhun (Göktürk) Kitabeleri

Türk edebiyatının edebi değer taşıyan ilk yazılı belgeleridir. Göktürkler bu kitabeler yardımıyla Türk milletine seslenmiş kendi düştükleri yanılgılardan gelecek kuşakların ders çıkarmasını istemiştir.
Orhun ırmağının eski yatağında bulunduğu için bu kitabelere Orhun Kitabeleri de denir. Göktürkler bu kitabelere Ebedi Taş anlamına gelen Bengü Taş adını vermiştir. Bu kitabeler günümüzde kuzey doğu Moğolistan da bulunmaktadır. Orhun Kitabeleri 3 tanedir.


1-) Tonyukuk Yazıtı (720-725)
Tonyukuk 2. Göktürk kağanlığı döneminde görev yapmış bir vezirdir kendi sağlığında kendisi tarafından diktirilmiştir.
2-) Kültigin Yazıtları (732)
731 yılında Kültiginin ölümü üzerine  ağabeyi Bilge Kağan tarafından diktirilmiştir. Konuşan Bilge Kağan' dır. Türk - Çin ilişkilerini tarihi olayları, savaşları anlatmıştır.

3-) Bilge Kağan Yazıtları (734)
Bilge Kağan' ın ölümü üzerine oğlu Tengri Kağan tarafından diktirilmiştir. 


  • Orhun abideleri Göktürk alfabeleriyle yazılmıştır. Türkler tarih boyunca Göktürk, Uygur, Arap, Kril, Latin alfabelerini kullanmıştır.
  • Göktürk alfabesi 38 harfli 26 sı ünsüz 4 ü ünlü 8 i de birleşik harflidir.
  • 9. Yüzyıldan itibaren Uygur alfabesini kullanmışlardır.
  • 14 harfli Uygur alfabesi 11 ünsüz 3 ünlü harften oluşur.
  • Orhun Abideleri ilk defa 1893 yılında Danimarka' lı bilgin Thomson tarafından çözülerek dünyaya tanıtılmıştır.
  • Göktürk Kitabelerinin yazarı Yolluk Tigin' dir. Bu kitabelerin üslupça en güzeli Kül Tigin Yazıtı dır. Bilge Kağan adına dikilen kitabe eşsiz bir nutuk örneğidir.
Doğal Destanlar
İgar : Rus
Nibelungen : Alman
Manas : Kırgızlar (En uzun Destan)
Şehname : İran
Şito : Japon
Kalevela : Finliler
Gılgamış : Sümerler
Mahabonata , Ramayana : Hintliler
Bozkurt, Ergenekon, Oğuz Kağan .. : Türkler

Uygur Metinleri : Göktürk Devleti' nin yıkılmasından sonra kurulan Uygur Hanlığı döneminden kalan taş ve kağıt üzerine yazılmış çeşitli metinlerdir.

 http://www.lisenotlari.com/2012/01/orhun-gokturk-kitabeleri-edebiyat.html#ixzz3JdSYesWn 

Atmosferin Katmanları


Troposfer : Atmosferin yere dokunan en alt katmanıdır.
  •  Su buharının %100 ü , diğer gazların % 75 i Troposferdir.
  • Canlı yaşamı yalnızca bu katmandadır.
  • Yer çekimine bağlı olarak gazların en yoğun olduğu katmandır.
  • İklim olayları yalnızca bu katmanda oluşur.
  • Yerden yükseldikçe her 100mm de 0,5°C sıcaklık azalır.
  • Yatay ve dikey hava akımları bu katmanda görülür.
 Stratosfer : 
  • Güneş ışınlarının en az tutulduğu katmandır - 50°
  • Alt bölümde yatay hava haraketlerinin görüldüğü Trapopoz yer alır. (Jet Rüzgar)
Not: Troposfer ile Stratosfer arasındaki sınıra Trapopoz denir.
 Mezosfer :

  • Bu katmanın ilk yarısında zararlı ışınların tutulduğu Ozon tabakası yer alır.Ozonosferde sıcaklık +85°C dir. Nedeni oksijen atomlarının parçalanması sonucu
  • Üst yarısında zararlı ışınların bir bölümünün tutulduğu Kemosfer yer alır.
 İyonosfer :
  • Bu katmanda bütün gaz atomları parçalanarak iyonlarına ayrılır.
  • Atomların parçalanması sonucu açığa çıkan enerji sıcaklığı +250°C çıkarır.
  • İyonlaşma nedeniyle serbest hale geçen elektronların radyo dalgalarının yatay olarak yayılmasını sağlar.
  Eksosfer :
  • En dışta bulunan, en kalın katmandır.
  • Tüm gazların %3 ü bu katmandadır.
  • Yer çekimi azaldığı için gazların bir bölümü uzaya gider.


 http://www.lisenotlari.com/2011/09/atmosferin-katmanlar-cografya.html#ixzz3JdQZvSUP 

Mondros Ateşkes Antlaşması (30 Ekim 1918)

1918 yılı sonlarına doğru İttifak Devletlerinin savaşı kazanma umutları kalmamıştı. Haziran 1918’de Berlin’den dönen Sadrazam Talat Paşa, Alman ve Bulgar cephelerindeki yenilgiye tanık olmuştu. 29 Eylül 1918’de Bulgaristan savaştan çekilince, Osmanlı Devleti’nin Almanya ile bağlantısı kesilmiş, Trakya ile İstanbul, Yunanistan üzerinden gelebilecek saldırılara açık kalmıştı. Zaten, artık kendine bile yetişemeyen ekonomisi ile Almanya’nın, Osmanlı ordusuna askeri malzeme yollaması da tamamen olanaksız duruma gelmişti. Bu arada Almanya’da 3 Ekim 1918’de ateşkes anlaşması önerisinde bulundu. Öte yandan İngilizlerin Filistin’de başlayan saldırıları sonucu, Şam ve Beyrut İngilizlere bırakılmıştı. Bu cephede VII. Ordu kumandanı olan Mustafa Kemal Paşa, İngilizlerin ilerleyişini durdurmak amacıyla Halep’in kuzeyinde savunma hattı kurmaya çalışıyordu.

Bütün bu gelişmeler üzerine, İttihat ve Terakki Partisi Hükümeti, Sadrazam Talat Paşa’ya ateşkes için girişimde bulunma yetkisi verdi. Osmanlı Hükümeti Wilson ilkeleri ışığı altında bir ateşkesi imzalamaya hazır olduğunu bildirdi. Yenilen bir devletin ateşkes isteyen bir hükümetinin başbakanı olarak Talat Paşa istifa etti. Savaşın son yılında padişah olan VI. Mehmet Vahdettin, İttihat ve Terakki Partisi’nin büyük karşıtı idi. Bu nedenle artık bu kadronun siyasal iktidara geçmesi mümkün değildi.

Talat Paşa’nın yerine sadrazamlığa getirilen Tevfik Paşa, İsviçre aracılığı ile ateşkes için başvuruyu yinelemiş ancak olumlu bir cevap alamamıştı. Zira İngilizler güneyde mümkün olduğu kadar hızlı ilerleyip, ele geçirebilecekleri kadar toprak elde etmek istiyorlardı. Ateşkes imzasını başaramadığı için görevden ayrılan Tevfik Paşa’nın yerine Ahmet İzzet Paşa sadrazam atandı. Sonunda büyük uğraşlar neticesinde Anlaşma Devletleri ateşkes görüşmelerine razı edildi.

İngilizler, 23 Ekimde Osmanlı Hükümetine, Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda ateşkes görüşmelerinin yapılacağını ve Anlaşma Devletleri adına İngiliz Amirali Calthorpe’nin yetkili olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Bahriye (Denizcilik) Bakanı Rauf Bey (Orbay) başkanlığındaki bir kurul hemen Mondros’a gönderildi. Osmanlı delegeleri, Wilson ilkeleri ışığı altında ortak bir metin üzerinde uzlaşmaya varılacağını sanıyorlardı. Fakat Anlaşma Devletleri delegesi, daha önceden hazırlamış ve bir ateşkes anlaşmasından çok kayıtsız-şartsız teslim belgesine benzeyen bir metni Osmanlı kurulu önüne koydu. Bu metin üzerinde Osmanlı Temsil Kurulu üyelerine çok sınırlı söz hakkı tanındı.

Beş gün süren görüşmeler sonunda 30 Ekim 1918 günü Osmanlı Devleti ile Anlaşma Devletleri arasında "Mondros Ateşkes Antlaşması" imzalandı. 31 Ekim günü yürürlüğe giren ve 25 maddeden oluşan bu kısa, ama çok önemli antlaşmanın hükümleri arasında bulunan ünlü 7. madde ile, bir tehdit karşısında “stratejik noktaları işgal etme” hakkının verilmesi, tarihteki diğer antlaşmalara bakıldığında olağan bir durum değildi. Bu durum Osmanlı Devleti’nin daha barış antlaşması bile beklenilmeden Anlaşma Devletlerince parçalanıp paylaşılacağının göstergesi olmuştur.
  
Ateşkes ile ilgili görüşme, Ege’de Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda yapıldı. Görüşmelere İtilaf Devletleri adına, İngilizlerin Akdeniz Filosu Komutanı Amiral Calthorpe, Osmanlı Devleti adına Bahriye Nazırı Rauf Bey katıldılar. 27 Ekim’de başlayan ateşkes görüşmeleri 30 Ekim’e kadar devam etti. Türk heyeti, önerilen koşulların hafifletilmesini istediyse de Amiral Calthorpe bunun mümkün olmadığını belirtti. 30 Ekim 1919’da imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması 25 maddeden oluşmuştur.

Mondros Ateşkes Antlaşmasının Maddeleri
1. Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının açılması, Karadeniz’e serbestçe geçişin temini ve Çanakkale ve Karadeniz istihkamlarının İtilaf Devletleri tarafından işgali sağlanacaktır.
2. Osmanlı sularındaki bütün torpil tarlaları ile torpido ve kovan mevzilerinin yerleri gösterilecek ve bunları taramak ve kaldırmak için yardım edilecektir.
3. Karadeniz’deki torpiller hakkında bilgi verilecektir.
4. İtilaf Devletlerinin bütün esirleri ile Ermeni esirleri kayıtsız şartsız İstanbul’da teslim olunacaktır.
5. Hudutların korunması ve iç asayişin temini dışında, Osmanlı ordusu derhal terhis edilecektir.
6. Osmanlı harp gemileri teslim olup, gösterilecek Osmanlı limanlarında gözaltında bulundurulacaktır.
7. İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkına sahip olacaktır.
8. Osmanlı demiryollarından İtilaf Devletleri istifade edecekler ve Osmanlı ticaret gemileri onların hizmetinde bulundurulacaktır.
9. İtilaf Devletleri, Osmanlı tersane ve limanlarındaki vasıtalardan istifade sağlayacaktır.
10. Toros Tünelleri, İtilaf Devletleri tarafından işgal olunacaktır.
11. İran içlerinde ve Kafkasya’da bulunan Osmanlı kuvvetleri, işgal ettikleri yerlerden geri çekilecekler.
12. Hükümet haberleşmesi dışında, telsiz, telgraf ve kabloların denetimi, İtilaf Devletlerine geçecektir.
13. Askeri, ticari ve denizle ilgili madde ve malzemelerin tahribi önlenecektir.
14. İtilaf Devletleri kömür, mazot ve yağ maddelerini Türkiye’den temin edeceklerdir. (Bu maddelerden hiç biri ihraç olunmayacaktır.)
15. Bütün demiryolları, İtilaf Devletlerin zabıtası tarafından kontrol altına alınacaktır.
16. Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak’taki kuvvetler en yakın İtilaf Devletlerinin kumandanlarına teslim olunacaktır.
17. Trablus ve Bingazi’deki Osmanlı subayları en yakın İtalyan garnizonuna teslim olacaktır.
18. Trablus ve Bingazi’de Osmanlı işgali altında bulunan limanlar İtalyanlara teslim olunacaktır.
19. Asker ve sivil Alman ve Avusturya uyruğu, bir ay zarfında Osmanlı topraklarını terk edeceklerdir.
20. Gerek askeri teçhizatın teslimine, gerek Osmanlı Ordusunun terhisine ve gerekse nakil vasıtalarının İtilaf Devletlerine teslimine dair verilecek herhangi bir emir, derhal yerine getirilecektir.
21. İtilaf Devletleri adına bir üye, iaşe nezaretinde çalışacak bu devletlerin ihtiyaçlarını temin edecek ve isteyeceği her bilgi kendisine verilecektir.
22. Osmanlı harp esirleri, İtilaf Devletlerinin nezdinde kalacaktır.
23. Osmanlı Hükümeti, merkezi devletlerle bütün ilişkilerini kesecektir.
24. Altı vilayet adı verilen yerlerde bir kargaşalık olursa, vilayetlerin herhangi bir kısmının işgali hakkını İtilaf Devletleri haiz bulunacaktır.
25. Müttefiklerle Osmanlı Devleti arasındaki savaş, 1918 yılı Ekim ayının 31 günü mahalli saat ile öğle zamanı sona erecektir.

Mondros Ateşkes Antlaşmasının Önemi
Osmanlı Devleti’ne imzalatılan ve bağımsızlık anlayışı ile bağdaşmayan Mondros Ateşkes Antlaşması, Osmanlı Devleti’nin egemenlik alanını daraltmaktaydı.
Boğazların İtilaf Devletleri tarafından işgali sonucu Anadolu ile Trakya’nın bağlantısı kesilmiş, İstanbul’un güvenliği tehlikeye düşmüştü. İtilaf Devletlerinin kendi güvenliklerini tehdit edebilecek bir durum ortaya çıkarsa, herhangi bir stratejik noktayı işgal edebilecekleri koşulu ise yakın bir gelecekte ülkenin bütünüyle işgal edileceğinin ilk belirtisiydi.

Altı doğu ilinde karışıklık çıkarsa, bu illerin İtilaf Devletleri tarafından işgal edilebileceği şeklindeki maddenin amacı, ileride bir Ermenistan Devleti’nin kurulmasına ortam hazırlamaktı.

2 Kasım 2014 Pazar

Angel Jordanov Kapsov ( Ciguli 1957-2014 )

ciguli kimdir ile ilgili görsel sonucu
1957 yılında Bulgaristan Hasköy'de doğan Ciguli'nin gerçek adı Angel Jordanov Kapsov. Bulgaristan'da uygulanan baskıdan kaçıp Türkiye 'ye gelen  Ciguli'nin Türkiye'de aldığı asıl adı ise Ahmet'tir.
Kayıtlara geçmeyen Ahmet adını sık sık kullanan Ciguli'nin adı bir araba modeline dayanır. Çok hızlı ve seri olduğu için Bulgaristan'da sık tercih edilen AvtoVaz markasının, Ciguli adlı modeli, akerdeonu çok hızlı kullanan Angel Jordanov'un takma adı olmuş ve sanat hayatı boyunca bu isimle anılmıştı.
Beş çocuklu bir ailenin ferdi olan Ciguli, 1972 yılında hamallık yapan babasının vefatı üzerine ailesinin geçimini üstlenmiştir. 1974'te evlenen Ciguli'nin eşi Ayten Hanım'dır. Türkiye'ye geldikten sonra özellikle 1990'ların sonunda etkin bir müzik hayatına adım atan Ciguli; "Binnaz" adlı şarkısıyla toplum hafızasında önemli bir yer edinmişti.
1990 yılında Türkiye'ye gelen Ciguli ilk olarak Çakıl Gazinosu'nda Hülya Avşar'a akordeon çalarak ilk kez adını duyurdu. 1993 yılında çıkan ilk albümünü beğenmediği için sahiplenmeyen Ciguli, 1998 yazında İzmir Fuarı'nda İbrahim Tatlıses gibi isimlerle sahneyi paylaştı ve büyük ilgi gördü. Binnaz adlı efsane şarkısıyla 1999'da Türkiye müzik piyasalarına bomba gibi düşen Ciguli, 2010 yılına kadar 6 farklı albümle sevenleriyle buluştu ve 1998 yılında "Bizim Sokak" adlı sinema filminde rol aldı.
6. Kral TV Video Müzik Ödülleri kapsamında "En İyi Çıkış Yapan Erkek Sanatçı" ödülünü alan Ciguli 2014 yılında, 31 Ekim Cuma günü saat 21:00'de Bulgaristan'ın başkenti Sofya'da kalbine yenik düşerek hayata gözlerini yumdu.
http://www.radikal.com.tr/

Aşure Nasıl Yapılır ?

Aşure Nasıl Yapılır?'ın Malzemeleri

  • 1 su bardağı nohut
  • 1 su bardağı kuru fasulye
  • 3 su bardağı aşurelik buğday
  • 1 su bardağı kabukları soyulmuş fıstık
  • 1 su bardağı fındık içi(bütün)
  • 1.5 su bardağı doğranmış kayısı
  • 1 su bardağı kuru üzüm
  • yarım su bardağı kuş üzümü
  • yarım su bardağı küp doğranmış portakal kabuğu
  • 1 su bardağı küp doğranmış elma
  •   4 su bardağı toz şeker
  • bir çimdik tuz

Aşure Nasıl Yapılır?'ın Yapılışı

Bir gece önceden fasulye ve nohut aynı kapta ıslatılır
Bir gece önce buğday yıkanıp sıcak su ile ıslatılır
Ertesi sabah fasulye nohut düdüklü tencerede yumuşayıncaya kadar pişirilir. Buğday da aynı şekilde haşlanır.
Meyveler bir tencerede yumuşayıncaya kadar yaklaşık 10 dk kaynatılır.
Büyük bir tencereye pişen malzemeler birlikte konulur. Suyu yetersizse sıcak su eklenir. Kaynayınca fıstık, fındık, portakal kabuğu, elma, bir çimdik tuz ve şeker atılır. Karıştırılır 5-10 dk daha kaynatılıp ocak kapatılır.
Eğer daha koyu kıvamlı olmasını istiyorsanız 2 kaşık buğday nişastasını az suda eritip kaynayınca ilave edebilirsiniz.
Üzerini nar, tarçın, kuş üzümü vs. ile süsleyebilirsiniz..
Afiyet olsun..
http://www.nefisyemektarifleri.com/

17 Eylül 2014 Çarşamba

Mustafa Kemal Atatürk'ün Hayatı



Mustafa Kemal, Şapka Devrimi sırasında Kastamonuda (1925)
Mustafa Kemal Atatürk 1881 yılında Selânik'te Kocakasım Mahallesi, Islâhhâne Caddesi'ndeki üç katlı pembe evde doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım'dır. Baba tarafından dedesi Hafız Ahmet Efendi XIV-XV. yüzyıllarda Konya ve Aydın'dan Makedonya'ya yerleştirilmiş Kocacık Yörüklerindendir. Annesi Zübeyde Hanım ise Selânik yakınlarındaki Langaza kasabasına yerleşmiş eski bir Türk ailesinin kızıdır. Milis subaylığı, evkaf katipliği ve kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi, 1871 yılında Zübeyde Hanım'la evlendi. Atatürk'ün beş kardeşinden dördü küçük yaşlarda öldü, sadece Makbule (Atadan) 1956 yılına değin yaşadı.

Küçük Mustafa öğrenim çağına gelince Hafız Mehmet Efendi'nin mahalle mektebinde öğrenime başladı, sonra babasının isteğiyle Şemsi Efendi Mektebi'ne geçti. Bu sırada babasını kaybetti (1888). Bir süre Rapla Çiftliği'nde dayısının yanında kaldıktan sonra Selânik'e dönüp okulunu bitirdi. Selânik Mülkiye Rüştiyesi'ne kaydoldu. Kısa bir süre sonra 1893 yılında Askeri Rüştiye'ye girdi. Bu okulda Matematik öğretmeni Mustafa Bey adına "Kemal" i ilave etti. 1896-1899 yıllarında Manastır Askeri İdâdi'sini bitirip, İstanbul'da Harp Okulunda öğrenime başladı. 1902 yılında teğmen rütbesiyle mezun oldu., Harp Akademisi'ne devam etti. 11 Ocak 1905'te yüzbaşı rütbesiyle Akademi'yi tamamladı. 1905-1907 yılları arasında Şam'da 5. Ordu emrinde görev yaptı. 1907'de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu. Manastır'a III. Ordu'ya atandı. 19 Nisan 1909'da İstanbul'a giren Hareket Ordusu'nda Kurmay Başkanı olarak görev aldı. 1910 yılında Fransa'ya gönderildi. Picardie Manevraları'na katıldı. 1911 yılında İstanbul'da Genel Kurmay Başkanlığı emrinde çalışmaya başladı.
1911 yılında İtalyanların Trablusgarp'a hücumu ile başlayan savaşta, Mustafa Kemal bir grup arkadaşıyla birlikte Tobruk ve Derne bölgesinde görev aldı. 22 Aralık 1911'de İtalyanlara karşı Tobruk Savaşını kazandı. 6 Mart 1912'de Derne Komutanlığına getirildi.

Ekim 1912'de Balkan Savaşı başlayınca Mustafa Kemal Gelibolu ve Bolayır'daki birliklerle savaşa katıldı. Dimetoka ve Edirne'nin geri alınışında büyük hizmetleri görüldü. 1913 yılında Sofya Ateşemiliterliğine atandı. Bu görevde iken 1914 yılında yarbaylığa yükseldi. Ateşemiliterlik görevi Ocak 1915'te sona erdi. Bu sırada I. Dünya Savaşı başlamış, Osmanlı İmparatorluğu savaşa girmek zorunda kalmıştı. Mustafa Kemal 19. Tümeni kurmak üzere Tekirdağ'da görevlendirildi.

1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı'nda, Mustafa Kemal Çanakkale'de bir kahramanlık destanı yazıp İtilaf Devletlerine "Çanakkale geçilmez! " dedirtti. 18 Mart 1915'te Çanakkale Boğazını geçmeye kalkan İngiliz ve Fransız donanması ağır kayıplar verince Gelibolu Yarımadası'na asker çıkarmaya karar verdiler. 25 Nisan 1915'te Arıburnu'na çıkan düşman kuvvetlerini, Mustafa Kemal'in komuta ettiği 19. Tümen Conkbayırı'nda durdurdu. Mustafa Kemal, bu başarı üzerine albaylığa yükseldi. İngilizler 6-7 Ağustos 1915'te Arıburnu'nda tekrar taarruza geçti. Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal 9-10 Ağustos'ta Anafartalar Zaferini kazandı. Bu zaferi 17 Ağustos'ta Kireçtepe, 21 Ağustos'ta II. Anafartalar zaferleri takip etti. Çanakkale Savaşlarında yaklaşık 253.000 şehit veren Türk ulusu onurunu İtilaf Devletlerine karşı korumasını bilmiştir. Mustafa Kemal'in askerlerine "Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!" emri cephenin kaderini değiştirmiştir
Mustafa Kemal Çanakkale Savaşları'dan sonra 1916'da Edirne ve Diyarbakır'da görev aldı. 1 Nisan 1916'da tümgeneralliğe yükseldi. Rus kuvvetleriyle savaşarak Muş ve Bitlis'in geri alınmasını sağladı. Şam ve Halep'teki kısa süreli görevlerinden sonra 1917'de İstanbul'a geldi. Velihat Vahidettin Efendi'yle Almanya'ya giderek cephede incelemelerde bulundu. Bu seyahatten sonra hastalandı. Viyana ve Karisbad'a giderek tedavi oldu. 15 Ağustos 1918'de Halep'e 7. Ordu Komutanı olarak döndü. Bu cephede İngiliz kuvvetlerine karşı başarılı savunma savaşları yaptı. Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından bir gün sonra, 31 Ekim 1918'de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına getirildi. Bu ordunun kaldırılması üzerine 13 Kasım 1918'de İstanbul'a gelip Harbiye Nezâreti'nde (Bakanlığında) göreve başladı.

Mondros Mütarekesi'nden sonra İtilaf Devletleri'nin Osmanlı ordularını işgale başlamaları üzerine; Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktı. 22 Haziran 1919'da Amasya'da yayımladığı genelgeyle "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını " ilan edip Sivas Kongresi'ni toplantıya çağırdı. 23 Temmuz - 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum, 4 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında da Sivas Kongresi'ni toplayarak vatanın kurtuluşu için izlenecek yolun belirlenmesini sağladı. 27 Aralık 1919'da Ankara'da heyecanla karşılandı. 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması yolunda önemli bir adım atılmış oldu. Meclis ve Hükümet Başkanlığına Mustafa Kemal seçildi Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla sonuçlanması için gerekli yasaları kabul edip uygulamaya başladı.
Türk Kurtuluş Savaşı 15 Mayıs 1919'da Yunanlıların İzmir'I işgali sırasında düşmana ilk kurşunun atılmasıyla başladı. 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Antlaşması'nı imzalayarak aralarında Osmanlı İmparatorluğu'nu paylaşan I. Dünya Savaşı'nın galip devletlerine karşı önce Kuvâ-yi Milliye adı verilen milis kuvvetleriyle savaşıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi düzenli orduyu kurdu, Kuvâ-yi Milliye - ordu bütünleşmesini sağlayarak savaşı zaferle sonuçlandırdı.
Mustafa Kemal yönetimindeki Türk Kurtuluş Savaşının önemli aşamaları şunlardır:
  • Sarıkamış (20 Eylül 1920), Kars (30 Ekim 1920) ve Gümrü'nün (7 Kasım 1920) kurtarılışı.
  • Çukurova, Gaziantep, Kahramanmaraş Şanlıurfa savunmaları (1919- 1921)
  • I. İnönü Zaferi (6 -10 Ocak 1921)
  • II. İnönü Zaferi (23 Mart-1 Nisan 1921)
  • Sakarya Zaferi (23 Ağustos-13 Eylül 1921)
    Afgan kralı Amanullah Han'la Başbakan İnönü'nün tenis oynayışlarını seyrederken.(24 Mayıs 1928)
  • Büyük Taarruz, Başkomutan Meydan Muhaberesi ve Büyük Zafer (26 Ağustos 9 Eylül 1922)
Sakarya Zaferinden sonra 19 Eylül 1921'de Türkiye Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal'e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanını verdi. Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'yla sonuçlandı. Böylece Sevr Antlaşması'yla paramparça edilen, Türklere 5-6 il büyüklüğünde vatan bırakılan Türkiye toprakları üzerinde ulusal birliğe dayalı yeni Türk devletinin kurulması için hiçbir engel kalmadı.
23 Nisan 1920'de Ankara'da TBMM'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu müjdelenmiştir. Meclisin Türk Kurtuluş Savaşı'nı başarıyla yönetmesi, yeni Türk devletinin kuruluşunu hızlandırdı. 1 Kasım 1922'de hilâfet ve saltanat birbirinden ayrıldı, saltanat kaldırıldı. Böylece Osmanlı İmparatorluğu'yla yönetim bağları koparıldı. 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet idaresi kabul edildi, Atatürk oybirliğiyle ilk cumhurbaşkanı seçildi. 30 Ekim 1923 günü İsmet İnönü tarafından Cumhuriyet'in ilk hükümeti kuruldu.
Türkiye Cumhuriyeti, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ve "Yurtta barış cihandabarış" temelleri üzerinde yükselmeye başladı.
Atatürk Türkiye'yi "Çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmak" amacıyla bir dizi devrim yaptı.
Bu devrimleri beş başlık altında toplayabiliriz:
1. Siyasal Devrimler:
  • Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)
  • Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923)
  • Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924)
2. Toplumsal Devrimler
  • Kadınlara erkeklerle eşit haklar verilmesi (1926-1934)
  • Şapka ve kıyafet devrimi (25 Kasım 1925)
  • Tekke zâviye ve türbelerin kapatılması (30 Kasım 1925)
  • Soyadı kanunu ( 21 Haziran 1934)
  • Lâkap ve unvanların kaldırılması (26 Kasım 1934)
  • Uluslararası saat, takvim ve uzunluk ölçülerin kabulü (1925-1931)
3. Hukuk Devrimi :
  • Mecellenin kaldırılması (1924-1937)
  • Türk Medeni Kanunu ve diğer kanunların çıkarılarak laik hukuk düzenine geçilmesi (1924-1937)
4. Eğitim ve Kültür Alanındaki Devrimler:
  • Öğretimin birleştirilmesi (3 Mart 1924)
  • Yeni Türk harflerinin kabulü (1 Kasım 1928)
  • Türk Dil ve Tarih Kurumlarının kurulması (1931-1932)
  • Üniversite öğreniminin düzenlenmesi (31 Mayıs 1933)
  • Güzel sanatlarda yenilikler
5. Ekonomi Alanında Devrimler:
    Mustafa Kemal, Ankara (29 Ekim 1929)
  • Aşârın kaldırılması
  • Çiftçinin özendirilmesi
  • Örnek çiftliklerin kurulması
  • Sanayiyi Teşvik Kanunu'nun çıkarılarak sanayi kuruluşlarının kurulması
  • I. ve II. Kalkınma Planları'nın (1933-1937) uygulamaya konulması, yurdun yeni yollarla donatılması
Soyadı Kanunu gereğince, 24 Kasım 1934'de TBMM'nce Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadı verildi.
Atatürk, 24 Nisan 1920 ve 13 Ağustos 1923 tarihlerinde TBMM Başkanlığına seçildi. Bu başkanlık görevi, Devlet-Hükümet Başkanlığı düzeyindeydi. 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet ilan edildi ve Atatürk ilk cumhurbaşkanı seçildi. Anayasa gereğince dört yılda bir cumhurbaşkanlığı seçimleri yenilendi. 1927,1931, 1935 yıllarında TBMM Atatürk'ü yeniden cumhurbaşkanlığına seçti.
Atatürk sık sık yurt gezilerine çıkarak devlet çalışmalarını yerinde denetledi. İlgililere aksayan yönlerle ilgili emirler verdi. Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye'yi ziyaret eden yabancı ülke devlet başkanlarını, başbakanlarını, bakanlarını komutanlarını ağırladı.
15-20 Ekim 1927 tarihinde Kurtuluş Savaşı'nı ve Cumhuriyet'in kuruluşunu anlatan büyük nutkunu, 29 Ekim 1933 tarihinde de 10. Yıl Nutku'nu okudu.
Atatürk özel yaşamında sadelik içinde yaşadı. 29 Ocak 1923'de Latife Hanımla evlendi. Birçok yurt gezisine birlikte çıktılar. Bu evlilik 5 Ağustos 1925 tarihine dek sürdü. Çocukları çok seven Atatürk Afet (İnan), Sabiha (Gökçen), Fikriye, Ülkü, Nebile, Rukiye, Zehra adlı kızları ve Mustafa adlı çobanı manevi evlat edindi. Abdurrahim ve İhsan adlı çocukları himayesine aldı. Yaşayanlarına iyi bir gelecek hazırladı.

1937 yılında çiftliklerini hazineye, bir kısım taşınmazlarını da Ankara ve Bursa Belediyelerine bağışladı. Mirasından kızkardeşine, manevi evlatlarına, Türk Dil ve Tarih Kurumlarına pay ayırdı. Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, dans etmeyi, ata binmeyi ve yüzmeyi çok severdi. Zeybek oyunlarına, güreşe, Rumeli türkülerine aşırı ilgisi vardı. Tavla ve bilardo oynamaktan büyük keyif alırdı. Sakarya adlı atıyla, köpeği Fox'a çok değer verirdi. Zengin bir kitaplık oluşturmuştu. Akşam yemeklerine devlet ve bilim adamlarını, sanatçıları davet eder, ülkenin sorunlarını tartışırdı. Temiz ve düzenli giyinmeye özen gösterirdi. Doğayı çok severdi. Sık sık Atatürk Orman Çiftliği'ne gider, çalışmalara bizzat katılırdı.Fransızca ve Almanca biliyordu.
ATATÜRK'ÜN SON YILLARI VE ÖLÜMÜ

Atatürk'ün ilk hastalık belirtisi 1937 yılında ortaya çıktı. 1938 yılı başlarında Yalova'da bulunduğu sırada, ciddî olarak hastalandı. Buradaki tedavi olumlu sonuç verdi. Fakat tamamen iyileşmeden Ankara'ya yaptığı yorucu yolculuk, hastalığının artmasına sebep oldu. Bu tarihlerde Hatay sorununun gündemde olması da onu yormaktaydı. Hasta olmasına rağmen, Mersin ve Adana'ya geziye çıktı. Kızgın güneş altında askerî birliklerimizi teftiş edip tatbikat yaptıran Atatürk, çok yorgun düştü. Ülkü edindiği millî dava uğruna kendi sağlığını hiçe saydı. Güney seyahati hastalığının artmasına sebep oldu. 26 Mayıs'ta Ankara'ya döndükten sonra tedavi ve istirahat için İstanbul'a gitti. Doktorlar tarafından, siroz hastalığı teşhisi kondu.
Deniz havası iyi geldiği için, Savarona Yatı'nda bir süre dinlendi. Bu durumda bile ülke sorunlarıyla ilgilenmeye devam etti. İstanbul'a gelen Romanya kralı ile görüştü. Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık etti. 4 Temmuz 1938'de Hatay Antlaşması'nın yürürlüğe girmesi Atatürk'ü çok sevindirip moralini düzeltti. Temmuz sonlarına kadar Savarona'da kalan Atatürk'ün hastalığı ağırlaşınca Dolmabahçe Sarayı'na nakledildi. Fakat hastalığı durmadan ilerliyordu. O'nun hastalığını duyan Türk halkı, sağlığıyla ilgili haberleri heyecanla takip ediyor, bütün kalbiyle iyileşmesini diliyordu. Hastalığının ciddiyetini kavrayarak 5 Eylül 1938'de vasiyetini yazıp servetinin büyük bir kısmını Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarına bağışladı. Ekim ayı ortalarında durumu düzelir gibi oldu. Fakat, çok arzuladığı hâlde, Ankara'ya gelip cumhuriyetin on beşinci yıl dönümü törenlerine katılamadı.
29 Ekim 1938'de kahraman Türk Ordusu'na yolladığı mesaj, Başbakan Celâl Bayar tarafından okundu. "Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferlerle beraber medeniyet nurlarını taşıyan kahraman Türk ordusu!" sözü ile Türk Ordusu'nun önemini belirtmiştir. Yine aynı mesajda "Türk vatanının ve Türk'lük camiasının şan ve şerefini, dahilî ve harici her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni, her an ifaya hazır ve amade olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam bir inan ve itimadımız vardır" diyerek Türk Ordusu'na olan güvenini belirtmiştir.
Atatürk 1 Kasım 1938'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılış töreninde de bulunamadı. Hazırladığı açılış nutkunu Başbakan Celâl Bayar okudu. Atatürk bu nutkunda ülkenin imarı, sağlık hizmetleri ve ekonomi konularındaki faaliyetleri açıkladı. Bundan başka eğitim ve kültür konularına da temas edip gençliğin millî şuurlu ve modern kültürlü olarak yetişmesi için İstanbul Üniversitesi'nin geliştirilmesi, Ankara Üniversitesi'nin tamamlanması ve Van Gölü civarında bir üniversitenin kurulması için çalışmaların yapıldığını belirtti. Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarının çalışmalarından duyduğu memnuniyeti açıkladı. Ayrıca Türk gençliğinin kültürde olduğu gibi spor sahasında da idealine ulaştırılması için Beden Terbiyesi Kanunu'nun uygulamaya konulmasından duyduğu memnuniyeti belirtti. Atatürk, ölümüne kadar memleket meselelerinden bir an olsun uzak kalmamıştı.                                                                                                                          

Atatürk'ün hastalığı tekrar şiddetlendi. 8 Kasımda sağlığıyla ilgili raporlar yayımlanmaya başlandı. Bütün memleketi tekrar derin bir üzüntü kapladı. Her Türk'ün kalbi onun kurtulması dileğiyle çarpıyordu. Ancak, kurtarılması için gösterilen çabalar sonuç vermedi ve korkulan oldu. Dolmabahçe Sarayı'nda 10 Kasım 1938 sabahı saat dokuzu beş geçe, insan için değişmez kanun, hükmünü uyguladı. Mustafa Kemal Atatürk aramızdan ayrıldı. Bu kara haberle, yalnız Türk milleti değil, bütün dünya yasa büründü. Büyük, küçük bütün devletler onun cenaze töreninde bulunmak üzere temsilciler göndererek, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusuna karşı duydukları derin saygıyı belirten mesajlar gönderdiler. 16 Kasım günü Atatürk'ün tabutu, Dolmabahçe Sarayı'nın büyüktören salonunda katafalka konuldu.

Üç gün üç gece, gözü yaşlı bir insan seli ulu önderine karşı duyduğu saygı, minnet ve bağlılığını ifade etti. Cenaze namazı 19 Kasım günü Prof. Şerafettin Yaltkaya tarafından kıldırıldı. On iki generalin omzunda sarayın dış kapısına çıkarılan tabut, top arabasına konularak, İstanbul halkının gözyaşları arasında Gülhane Parkı'na götürüldü. Buradan bir torpido ile Yavuz zırhlısına nakledildi. Büyük Ada açıklarına kadar, donanmamız ve törene katılmak için gelmiş olan yabancı gemilerin eşlik ettiği Yavuz zırhlısı cenazeyi İzmit'e getirdi. Burada Yavuz zırhlısından alınan cenaze, özel bir trene kondu. Atalarına son saygı görevlerini yapmak üzere toplanan halkın kalbinde derin bir üzüntü bırakarak Ankara'ya getirilmek üzere hareket edildi.
Atatürk'ün vefatı üzerine cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, bakanlar, Genelkurmay Başkanı, milletvekilleri ile ordu ve devlet ileri gelenleri tarafından karşılanan cenaze, Türkiye Büyük Mîllet Meclisi önünde hazırlanan katafalka kondu. Ankara halkı da onun cenazesi önünden saygıyla geçerek son görevini yaptı. 21 Kasım 1938 Pazartesi günü, sivil ve askerî yöneticiler ile yabancı devlet temsilcilerinin hazır bulunduğu ve on binlerce insanın katıldığı büyük bir tören yapıldı. Daha sonra Atatürk'ün tabutu katafalkta alınarak. Etnografya Müzesinde hazırlanan geçici kabre kondu. Türk milleti daha sonra, bu büyük insana lâyık, Ankara Rasattepe'de bir Anıtkabir yaptırdı. 10 Kasım 1953'te Etnografya Müzesinden alınan Atatürk'ün naaşı Anıtkabir'e getirildi. Burada yurdun her ilinden getirilmiş olan vatan topraklan ile hazırlanan ebedî istirahatgâhına yerleştirildi.