21 Temmuz 2014 Pazartesi

Ünlülere Benzer Arabalar

1. Aziz Yıldırım

2. Mr. Bean
                  
3. Jackie Chan
                  4. Küçük Emrah
                  5. Adolf Hitler
                 6. Hayko Cepkin

Ay'a Yolculuk



Ay (uydu)

Eski dönem

Dünya Güneş Sistemi’nin yaşamın şimdilik bildiği tek gezegen. Milyonlarca yıl önce bir kaya gezegeni idi Dünya. Dünya’ya çarpan büyük bir göktaşı ileoluştuğu tahmin edilen bir doğal uydusu var. Bu doğal uydunun adı ise “Ay”dır. Bu doğal uydu insanlık tarihi boyunca insanları ilgilendiren bir konu olmuştur.
Ay ile ilgili ilk yazı Eski Yunan yazarı Lukianos M.S. 2 yüzyılda yazmıştır. Lukianos bu eserinde … konusunu anlatmıştır.
1705 yılında Daniel Defoe Birleştirici ya da Dünya’dan Ay’a İletişim (İngilizce: Consolidoter or Transactions From The World to the Moon) adlı kitabıdır. Yazar Daniel Defoe bu kitabında … konusunu anlatmaktadır.

Savaşlar Öncesi Dönem

İnsanlığın uzaya açılması tarih öncesinden beri vardı 1865’te “Dünya’dan Ay’a" atlı kitabında Jules Verne 900 ayak uzunluğundaki bir toptan fırlatılan bir füzenin 4 gün sonra Ay’a ulaşacağını yazar. Ama hesaplanmayan göktaşına çarpan füzenin yönü değişir.
Sinemanın ilk yıllarında ise 1918 yılında Georges Méliès olağanüstü sinema hileleriyle "Aya Seyahat (film, 1902)" adlı filmi çekti.

1 Dünya Savaşı Dönemi

Savaş İtilaf Devletlerle imzalanan çeşitli anlaşmalar bitmişti. Bu ise yeni bir savaşın daha çıkmayacağı şeklinde yorumlanıyordu. Avrupa ise hiç görülmedik bir sanayi gelişmesi yaşanıyordu. En önemli ve hızlı gelişen sanayı dalı ise Savaş Sanayisi'ydi.

Genel Bakış


Ay'a ayak basan ikinci insan olan Buzz Aldrin uydunun yüzeyindeAmerika Birleşik Devletleri bayrağınıselamlarken. Görev komutanı Neil Armstrong'un ardından Ay'a ayak basan Aldrin, dört gün süren görevboyunca üç kez ay yürüyüşüyapmıştır. (1969)
1960'ların başlarında özellikle Vostok projeleriyle unutulmaz ilklere imza atan SSCB o dönemde Uzay Yarışının lideri olarak görülmektedir. Bu durum karşısında ABD, Sovyetler Birliği'ni geçmek adına büyük bir atak olan Ay'a insan göndermeyi seçmiştir. Özellikle John F. Kennedy ABD başkanlık koltuğuna kamuoyuna Ay'a inme vaatleriyle oturmuştur. Ay'a insan indirmede kararlı olan ABD karşısında Sovyetler Birliği'nin de bu yönde bazı projeleri vardır; ama ekonomik olarak zayıflamaya başlaması ve uzay teknolojisinin beyni Sergey Korolyov'un erken ölümü SSCB'yi bu yarıştan yavaş yavaş çekilmeye zorlamıştır. 9 yıl gibi kısa bir sürede projeyi gerçekleştiren ABD, Ay'a tek bir seferle yetinmemiştir ve Apollo Projesi adı altında birçok iniş gerçekleştirmiştir.

Ay'a Yolculuk

İlk insanlı Ay yolculuğu, 16 Temmuz 1969'daki fırlatılışla tarihe geçen Apollo 11 dir. Neil ArmstrongEdwin AldrinMichael Collins isimli Ay astronotları taşıyan bu araç 20 Temmuz 1969 tarihinde ay yörüngesine girmiştir. Ay örümceği adlı modülün Ay'ın Sessizlik Denizi (orijinal adı Sea Of Tranquillity'dir)bölgesine yaptığı inişin hemen ardından Neil Armstrong Ay yüzeyinde yürümüştür. 15 dakika sonra onu Edwin Aldrin izlemiştir. Ay üzerinde toplam 21 saat 36 dakika kalmışlardır.
  • Apollo 12:
    • Apollo 12 ekibi Charles ConradRichard Gordon ve Alan Bean, 14 Aralık 1969 tarihinde Ay görevi için fırlatılmışlar, Intrepid adlı ay modülü ile yüzeye inen ekip Ay üzerinde incelemelerde bulunmuştur.
  • Apollo 14:
    • 31 Ocak 1971 tarihli bu yolculuğun ekibi, Alan ShepardStuart Roosa ve Edgar Mitchell'den oluşuyordu. Antares isimli modülle beraber yüzeye inen ekip araştırmalarda bulunmuştur.
  • Apollo 15:
    • 26 Temmuz 1971 tarihli bu yolculuğun ekibi, David ScottAlfred Worden ve James Irwin'den oluşuyordu. Falcon isimli modülle beraber yüzeye inen ekip, Ay arabasını ilk kez kullanmıştır.
  • Apollo 16:
    • 16 Nisan 1972 tarihli bu yolculuğun ekibi, John YoungThomas Mattingly ve Charles Duke'den oluşuyordu. Orion isimli modülle beraber ekip yüzeye inmiştir.
  • Apollo 17:
    • 7 Aralık 1972 tarihli bu yolculuğun ekip, Eugene CernanRonald Evans ve Harrison Schmitt'den oluşuyoru. Schmitt bir jeologdu. Challenger adlı modülle yüzeye inip araştırmalar yapıldı.

Seferlerin Bitişi

1972 tarihli Apollo 17 Ay'a yapılan son yolculuktur. Ay'a yapılan bu yolculuklardan sonra insanlı seferlerin başka gezegenlere yapılma fikri doğmuştur; ama yolculuk zamanlarının çok uzun ve projelerin aşırı masraflı olması bu düşünceleri şimdilik bastırmıştır. Gelecekte uzay teknolojisinin ilerlemesiyle bu tür yolculuklar da mümkün olabilecektir. Apollo 17'nin yolculuğundan sonra Ay'a bir daha insanlı yolculuk yapılmaması da kamuoyundaki heyecanı söndürmüştür. Yolculukların bir anda kesilmesi ise değişik inanışlar doğurmuştur. "Ay'da uzaylıların tesislerine mi rastlandı" ya da "uzaylılar insanlığın Ay'dan uzak durmasını mı söyledi" gibi dedikoduların ardından bunlara inanan kitleler hiç de yadsınacak boyutlarda değildir.

15 Temmuz 2014 Salı

Telefon Radyasyonları

Telefonların yaydığı radyasyondan artık tırsmayan kalmamıştır. SAR değeri olarak isimlendirilen radyasyon oranı ciddi sağlık sorunlarına yol açabiliyor. 
Kansere kadar yolu olan bu sağlık sorunlarını oluşturan telefonlarımızı alırken mutlaka sar değerlerini araştırmalıyız. Günümüzde küçücük çocuğa bile oyalansın, zırlayıp kafa şişirmesin diye telefon veriyoruz. Aslında çok tehlikeli olan bu durumdan kaçınmak, ileride çıkabilecek sağlık durumlarından korunmak gerekli.  Ancak sonuçta telefon bir ihtiyaç ve biz istemesek de radyasyona maruz kalıyoruz.

Gün içinde ister istemez maruz kaldığımız radyasyonu en az ve en çok yayan telefonları aşağıda listeledik. Eğer kötüler listesinden bir telefona sahipseniz, acilen değiştirmenizde fayda var.
 

Telefon ModeliSar Değeri
En Yüksek Radyasyon Oranına Sahip Telefonlar
1. Motorola Droid Maxx                     1,54
2. Motorola Droid Ultra                     1,54
3. Alcatel One Touch Evolve                     1,49
4.Huawei Vitria                     1,48
5, Kyocera Hydro Edge                     1,45
6.Kyocera Kona                     1,44
7.Kyocera Hydro XTRM                     1,42
8.BlackBerry Z10                     1,41
9.BlackBerry Z30                     1,41
10.ZTE Source                     1,41
11.ZTE Warp 4G                     1,41
12,Nokia Lumia 925                      1,4
13,Nokia Lumia 928                      1,4
14.Sonim XP Strike                     1,39
15.Kyocera Hydro Elite                     1,39
16.T-Mobile Prism 2                     1,385
17.Virgin Mobile Supreme                     1,38
18.Sprint Vital                     1,38
19.Sprint Force                     1,37
20.Huawei Pal                     1,33




 

Telefon ModeliSar Değeri
En Düşük Radyasyon Oranına Sahip Telefonlar
1. Verkool Vortext RS900,18
2. Samsung Galaxy Note0,19
3. ZTE Nubia 50,225
4.Samsung Galaxy Note 20,28
5,Samsung Galaxy Mega0,321
6.Kyocera Dura XT0,328
7.Kyocera Hydro XTRM0,35
8.Samsung Galaxy Beam0,36
9.Samsung Galaxy Stratosphere II0,37
10.Pantech Swift0,386
11.Samsung Jitterbug Plus0,4
12,Jitterbug Plus0,4
13,LG Exalt0,43
14.Samsung Galaxy Note 20,43
15.HTC One V0,455
16.T-Mobile Prism 20,462
17.Samsung Galaxy S Relay 4G0,47
18.Samsung Rugby 30,47
19.HTC One Max0,5
20.LG G20,51


Peki bu listede hiç iPhone yok mu diyorsunuz. iPhonelarında çok masum olmadığını söyleyebiliriz.Ortalama 1.18'lik sar değerine sahip olan iPhone 5 yukarıdaki listeye baktığımız zaman, yüksek radyasyon oranlı telefonlara daha yakın gibi duruyor.

11 Temmuz 2014 Cuma

Avrupa'nın Bölünmesi


Avrupa'nın Bölünmesi


İmparator Alexius ve Antiokya (Antakya) Kuşatması
1097, Bizans İmparatorluğu

Avrupa'da hem politik, hem de dinsel olarak bir güç bölünmesi yaşanıyordu. Dokuz yüz yıllık tarihinde Roma İmparatorluğu'nun doğusu ve batısı arasındaki fark çok belirgindi ve ayrılması doğaldı. O zamanlar Batı'da Bizans İmparatorluğu pek önemli görülmüyordu. Asillerin ve baştakilerin günlük yaşamları ise merak ediliyordu.

İznik Konsülünün aldığı kararlar bile Hıristiyanların çıkarlarından daha az önemliydi. Hükümetler bölünmüş olsa bile Büyük Roma İmparatorluğu'ndaki yerlerini hatırlıyorlardı. Bu öyle güçlü bir imajdı ki, bin yıl sonra bile Avusturya monarşisi kıskançlığını sürdürecekti. Yunanca konuşan ve kendilerine Rhomaio, imparatorluklarına Romania diyen vatandaşlar da vardı. Avrupa'yı bölen din değildi, Konstantinopol'de tahta çıkan imparator Alexius'du.

İslam orduları Suriye'yi ve Balkanların çoğunu fethettiğinde Bizans'ın vergi geliri de hayli düştü. Sonuç olarak imparator gelirlerini artırmanın yollarını aradı. Birçok çabasından biri de Roma'daki Papa'yı yardıma çağırmak oldu. Uydurulan bahane de kutsal toprakları özgürleştirmekti.

Papa'nın ise bir sorunu vardı. Pek çok işsiz asker etrafta başı boş dolanıyordu. Alexius'dan yardım isteyen bir mektup alınca, Tanrı'nın iki soruna birden bir çözüm gönderdiğine inandı. Papa Urban kutsal toprakları kurtarmak için yapılacak bir haçlı seferi için çağrıda bulunmaya başladı. İşsiz ve sabırsız askerler, topraktan yeterince kazanamayan çiftçiler ve onur kazanmak isteyen soylular ya da evlerinde sıkılanlar söz verilen cennet mekanlarını kazanmak için orduya katıldı.
Alexius birkaç bin adam beklerken binlerce şövalye ve askerin çağrısına yanıt verip Konstantinopol'e gelmekte olduğunu öğrendi. Bu kadar çok insanı kendi şehrinde barındıramazdı Alexius. Ayrıca gelenlerin, ülkesinden arta kalanı elinden alma ihtimali de yüksekti. Gelenlerin çoğunun burnu büyük, şiddet düşkünü ve aynı zamanda cahil olması da durumu zorlaştırıyordu. Zaten bir yüzyıl sonra bu korkulan da gerçekleşecekti. Konstantinopol Osmanlı Türklerine geçtiğinde nüfus yüzde altmış azalmış olacaktı.
 

Bizans İmparatoru bir çözüm buldu. Haçlı ordusu ulaştığında askerler ona bağlılık yemini etmeden kimseyi içeri almayacağını açıkladı. Bu aynı zamanda fethettikleri toprakların da ona ait olması anlamına geliyordu. Bu, iyi güzeldi de, bağlılık ilan edilen lordun da sorumlulukları vardır. En önemlisi de yardım ve koruma sağlamalıydı. Batı krallıklarında bu çoğu zaman yakalanan bir şövalye için gerekli fidyeyi ödeyip onu kurtarmak anlamına gelirdi. Bu, bütün şövalyelerin hatta düşmanların bile birbirini tanıdığı küçük Batı krallıklarında uygulanan bir yöntemdi. Ama Alexius, güçten düşmüş olsa da büyük bir imparatorluğun başındaydı. Büyük bir ihtimalle o zamanlarda Konstantinopol'de Paris'tekinden çok insan yaşıyordu.

Alexius yeni "kullarım" apar topar savaşa gönderdi ve birkaç ay içinde bu ordu bir Selçuklu Türk birliğini yendi, Antiokia'yı'u (Antakya) kuşattı. Kuşatma uzun sürdü, bu da Selçuklulara yeni bir ordu kurmak için zaman kazandırdı. Haçlılar Alexius'un zamanında gönderdiği erzak sayesinde kuşatmayı başarıyla sonuçlandırdı. Ama birkaç ay sonra bu kez Selçuklu ordusu Antioch'u kuşattı. Ancak Selçuklular surları aşamadı ama bir süre sonra yeni bir ordu daha oluşturdular.

Batı'da beklendiği gibi Haçlılar bağlılık yemini ettikleri lordun gelip kendilerini kurtarmasını beklediler. Alexius'un ise sadece bir ordusu vardı. Hem Konstantinopol'ü korumak, hem de işgale karşı savaşmak gibi iki işlevi vardı ordunun. Alexius'un kullarına yardım etmesi gereken bir tanrı gibi mi, yoksa ülkesini koruması gereken bir imparator gibi mi davranacağına karar vermesi gerekiyordu. Antioch'a ilerlerse hızlı ve kayıpsız bir zafer kazanması gerekirdi, çünkü ordusu zarar görürse Konstantinopol'ü savunacak kimse kalmayacaktı. Oraya kadar gidip de başaramazsa geri dönüşü, telafisi yoktu. Türkler koruma sözü verdiği milyonlarca insana ulaşacaktı. 
   
Karar Romalı stratejisine uyuyordu. Ordusu bir garanti olarak duracaktı ve haçlıları kendi imkanlarıyla bırakacaktı. Onların sadece lordu olmuştu ve imparatorluğu daha önce gelirdi. Haçlılar bunu bir ihanet olarak gördü ve çok sinirlendi. Ama öfke önemsiz bir tepkiydi. Bir ay sonra büyük bir sürpriz yaparak, haçlı ordusu Antioch'dan kaçmayı başardı. Bu kaçışın ardından moral bulan askerler başka şehirleri ele geçirdiler. Alexius'a verdikleri bağlılık sözünden Alexius'un ihaneti dolayısıyla kurtulmuşlardı. Artık kendi krallarının emirlerine uymaya karar verdiler. Bu haçlılar artık kahraman olmuştu. Batı Avrupa'ya döndüler ve Alexius'un onursuzluğundan ve iki yüzlülüğünden bahsettiler.

Alexius'un korumayı seçtiği şehir sakinlerinden biri olsaydınız doğru kararı verdiğini düşünürdünüz. Haçlılar zaten güçsüzleştiği ve onlardan umut kesildiği için askeri açıdan da doğru karar buydu. Ancak Batı dünyasının soylularını yardıma ihtiyaçları olduğunda yalnız bırakmakla iki Avrupa'yı birbirinden ayırdı ve bu ayrım hala devam ediyor.

Zaten çabaları da başkenti kurtarmak için yeterli olmadı. Alexius'un aldığı bu karar yüzünden Bizans'ın düşmanları olduğu fikriyle büyüyen bir sonraki nesil, Konstantinopol'ü Hıristiyan dünyasının bir parçası olarak görmedi. Şehir 1453'te de Türklerin eline geçti

9 Temmuz 2014 Çarşamba

ATLANTİS




Zaman: Bilinmiyor (İÖ yaklaşık 9600?/1520? / efsane)
Yer: Akdeniz? / Atlas Okyanusu?

Dün kentinden ve hemşehrilerinden söz ettiğinde aklıma tekrarlamakta olduğum bir hikâye gelmişti ve senin, nasıl bir esrarengiz rastlantıyla Solon'un anlattıklarıyla harfiyen uyuştuğunu görmekle şaşırdığımı söylemiştim. PLATON, KRİTİAS, İÖ 4. YÜZYIL.

İnsanlığın Çok Eski çağlarının derinliklerindeki ve eski dünyanın tümüne hâkim olan büyük ve güçlü bir milletin akıl almayan bir felaket sonucunda neredeyse bir gece içinde sona ermiş olması insanları iki bin yıldır meşgul etmektedir. Burada büyük Atlantis ada milletinden söz ettiğimiz kuşkusuzdur.

ATLANTİS: EFSANENİN İÇERİĞİ

Atlantis'in doruk noktasına 11 bin yıl önce eriştiği söylenirse de, literatürde ortaya çıkışı ancak 2350 yıl önce, İÖ 359 ve 347 yılları arasıdır. Ülkenin adı Yunan filozofu Platon'un Sokrates ile öğrencileri arasındaki hayali konuşmalarının iki diyalogunda (Timaio ve Kritias) ortaya çıkar. Timaio diyalogunun başında Sokrates bir gün önceki "mükemmel" toplum konuşmasına değinir.

Platon burada uzun yıllar önce yazdığı en ünlü diyalogu olan Devlet'e atıfta bulunmaktadır. Platon, Sokrates'e Devlet'te sunulan mükemmel hükümetin unsurlarını saydırır: Zanaatkarlar ve çiftçiler askeriyeden ayrılacaktır, askerler merhametli olacak, atletizm ve müzik eğitimi alacak, komün halinde yaşayacak ve altına, gümüşe ya da herhangi bir özel mülke sahip olmayacaklardır.

Sokrates varsayımsal tartışmalardan bıkıp öğrencilerine uygulamalı felsefe denilebilecek bir ödev verir. Devlet'te vazedilen kavramlara göre yaşayan bir toplumu haklı bir savaşa sokarak mükemmelleştirmelerini söyler.
Hocasının önerisini yerine getiren Kritias şöyle der: "O halde, Sokrates, garip ama gerçekten doğru olan şu hikâyeyi dinlritias, Atlantis hikâyesini anlattıktan sonra Sokrates'e şöyle der: "Dün kentinden ve hemşehrilerinden söz ettiğinde aklıma tekrarlamakta olduğum bir hikâye gelmişti ve senin, nasıl bir esrarengiz rastlantıyla Solon'un anlattıklarıyla harfiyen uyuştuğunu görmekle şaşırdığımı söylemiştim."


(Solda) Girit'in doğusunda Zakros'taki Minos sarayından kristal bir vazo. Minoslular'ın sanat ve mimarideki gayet apaçık teknik gelişmişlikleri, bu etki uygarlık ile Platon'un diyaloglarında anlatılan aşırı gelişmiş Atlantis toplumu arasında ortak noktalar aranılmasına yöneltmiştir. (Sağda) İspanya'da bulunmuş ve İÖ 450 yıllarına ait olan "Elche Leydisi". Bazı aşırı kuramcılar bunun bir Atlantis rahibesi olduğunu iddia ederler.

ATLANTİS İÇİN TARİHİ BİR KAYNAK MI?

Platon, Atlantis ya da eski Atina tarifini gerçek tarihe mi dayandırmıştır, yoksa bütün olayı uydurmuş mudur? Platon'un zamanındaki Yunanlılar'ın perspektifinden bile eski sayılacak önemli bir Akdeniz uygarlığı vardı ve bu da, en azından kısmen büyük doğal felaketlerle imha olmuştu: Minoslular'ın Girit'i.

Bazı çağdaş bilimadamları Atlantis'in yeri ve boyutları Kritias'ta yanlış ifade edilmiş ya da abartılmış olsa da, (belki de yanlış çeviri nedeniyle) Platon'un hikâyesinin Yunanistan'ın doğusunda ve Ege Denizi'nde Girit'in kuzeyindeki Thera adasının yanardağ patlamasına dayandığı fikrindedirler.

İÖ 17. ya da 16. yüzyıldaki Thera patlamasından kalan volkanik püskürtüler, 1838'de patladığında on binlerce insanın ölümüne neden olan Krakatoa'nınkinin iki katıdır. Thera'daki daha büyük patlama çok etkili olmuş olmalıdır ve bu nedenle de tesirin dolaylı olduğu Mısır gibi ülkelerin tarihi kayıtlarında yer alması mümkündür.

Bazıları için Minoslular'ın Girit'i Atlantis'tir ve Platon, Kritias'ta ülkenin Thera patlamasıyla yokolmasını çarpıtmıştır. Ancak bu iddiayı sürdürebilmek için Girit'in yerinin neden yanlış olduğu, boyutlarının neden farklı olduğu, neden yanlış zamanda gelişmiş olduğu, Atina ile hiç savaşmadığını ve bir felaketle yok edilmemiş olduğunu açıklamak gerekecektir.

Arkeoloji, Minos kıyı topluluklarının Thera'daki patlamanın yarattığı tsunami dalgalarıyla ağır hasara uğradığı halde Minos uygarlığının daha iki yüzyıl yaşadığını ve hatta geliştiğini kanıtlamıştır.

Başka bilimadamları Thera'daki ünlü Minos kolonisinin Atlantis için model olduğunu iddia etmişlerdir. Minoslular'ın buradaki yerleşim merkezi yanardağın patlamasıyla yok olmuştu, ancak Platon'un da eski bir uygarlığın bir ileri karakolunun yok edilmesinden söz etmediği de kesindir. Yine de, Thera, Platon'un Atlantis modeli olamayacak kadar yanlış yerde, yanlış boyutta ve yanlış çağdadır.



(Solda) Atina ile Isparta arasındaki Peloponnesos Savaşı'nda (İÖ 431-404) öldürülen iki savaşçı: Khairedemos ve Lykeas. Platon zamanında yapılan bu savaşta her iki kentin çeşitli cepheleri -örneğin Isparta'nın politik yapısı- Platon tarafından Atlantis ile Atina arasındaki çatışmayı formüle etmek için kullanılmış olabilir. (Sağda) Ignatius Donnelly'nin "Dolphin Boğazı"nı gösteren Atlas Okyanusu haritası, Donnelly burasının kayıp kıta Atlantis'in denize batmış kalıntısı olduğuna inanıyordu.

ATLANTİS: ÇAĞDAŞ FANTEZİ

Atlantis konusunda herhangi bir tartışma bu kayıp kıta hakkında 19. ve 20. yüzyıllarda ileri sürülen gerçekten garip iddialardan söz edilmeden tamamlanmış olamaz. Minnesota Eyaleti kongre üyesi, iki kere başkanlık adayı ve amatör bir tarihçi olan Ignatius Donnelly 1881'de, "Atlantis: The Antediluvian World" adlı kitabını yayımlayarak efsaneyi herkesten çok canlandıran kişidir.

Donnelly'ye göre Platon'un Atlantis'i Mısır, Mezopotamya, İndus Vadisi ve Avrupa'nın olduğu kadar Güney ve Kuzey Amerika uygarlıklarının kaynağı ve büyük kültürel başarıların kökenidir. Donnelly'nin tezi çağdaş arkeoloji ya da jeoloji araştırmaları altındaki dayanak noktalarından yoksundur. Bu kültürlerin evrimlerini, değil Atlantis'e, başka herhangi bir tek ana kaynağa borçlu olduklarını gösteren herhangi bir kanıt yoktur.

Ancak, diğer 19. ve 20. yüzyıl düşünürleriyle karşılaştırıldığında Donnelly, bir entelektüel itidal örneğidir. Helena Blavatsky'nin liderliğini yaptığı Teosofistler, Atlantisliler'in uçakla uçtuklarını ve uzaydan gelen yabancılardan aldıkları ekinleri biçtiklerini iddia ediyorlardı.

Daha yakın zamanlarda, geç 20. yüzyılda yaşayan psişikler, kayıp kıtadan ruhlarla bağlantı kurduklarını iddia etmişler ve modern dünya insanlarına Atlantisliler'den çeşitli öğütler aktırmışlardı. Kuşkusuz bu iddiaları destekleyen hiçbir kanıt yoktur.



(Solda) Girit'te Knossos'ta Taht Odası. Tahtın iki yanında bitkiler ve yarı aslan yarı kartal yaratıklar resmedilmiş. Minos Girit'i önemli bir erken dönem Akdeniz uygarlığıdır ve Platon'un zamanında artık çok eskilerde kalmıştı. Platon, Atlantis tanımını bu topluma mı dayandırmıştır? Ne yazık ki, bütün gerçekler bu kurama uyum göstermiyor. (Sağda) Minoslular'ın Knossos Sarayı ya da Tapınağı, İÖ 2. binyıl ortalarından kalmıştır. Burası çok odalı ve gayet zarif duvar resimleriyle büyük bir yapıdır.

Platon'un Görüşü

Platon'un, diyaloglarını kurmak için iyi bildiği tarihi kayıtları kullandığı kuşkusuzdur. Belki de onun zamanından bin yıl önce güçlü bir devleti yok eden doğal bir afetin gelenekleri vardı ve Platon mesajını iletmek İçin bu hikâyeleri kullanmıştı.

Ancak, Kritias'ın kısmi bir mecazi yorumunu destekleyenler bile Platon'un tarih yazma niyetinde olmadığını, hikâyenin bazı unsurlarını vermeye çalıştığı derste mecaz olarak kullanmak istediğini kabul ederler. Örneğin, Atlantis Destroyed adlı kitabında Rodney Castleden, Platon'un Atlantis'inin Minos Girit'i ile Thera'nın iyi bir eşleştirilmesi olduğunu ve hikâyenin o bölümünün Atina'yı Isparta ile karşı karşıya getiren daha yakın tarihteki Peloponnesos Savaşı'nın anlatımı olduğunu iddia eder. Bu savaşta Isparta muzaffer çıkmıştı ve Isparta'nın politik yapısı Platon'un eski Atina tanımına girmiş görünmektedir.

Son olarak, Kritias'ta Atlantis'te belirli eski toplumların ayrıntılarının paralellerini aramak Platon'un vurgulamak istediği bir şey değildir. Onun Kritias'ın ağzından söylettiği şeyler tarihi anlatmak amacını değil, ne de olsa tarihçi olmayıp bir filozof olan yazar için daha önemli bir işlev yüklenir.

Platon, görüşünü belirtmek için Atlantis'i neredeyse yenilmesi imkânsız bir düşman olarak göstermektedir. Platon'un Atlantis'i ayrıntılı olarak tanımlaması okura onun maddi zenginliğini, teknolojik gelişmişliğini ve askeri gücünü anlatmaktır.

Kritias daha küçük, maddi açıdan yoksul, teknolojik olarak o kadar gelişmemiş ve askeri açıdan zayıf Atinalılar'ın Atlantisliler'i yenebileceği ana mesajını iletir: Tarihte önemli olan yalnızca servet ya da güç değildir. Daha da önemli olan insanların kendi kendilerini yönetme biçimleridir.

Platon için mükemmel bir devletin ve toplumun entelektüel başarısı, maddi refah ya da güçten önemlidir. Bu noktayı vurgulamak için esaslı bir hikâye anlatması da Platon'un bir öğretmen olarak üstünlüğünü gösterir.

EDEBİYAT VE ATLANTİS

Atlantis efsanesi, Ortaçağ'da Yunanlılar'dan Arap coğrafyacılara, onlardan da Avrupalı yazarlara geçmiştir. Montaigne, Buffon ve Voltaire gibi yazarlar bile bu efsaneye inanmışlardır.

Atlantis efsanesinin etkisiyle çok sayıda edebi yapıtlar da yazılmıştır. Francis Bacon'un fizik bilimlerinin ideal devletini betimleyen "Nova Atlantis (Yeni Atlantis)", İsveçli Rudbeck'in "Atland eller Mahneim (Atlantis ya da Mahneim)", Kristof Kolomb'u, yitik eski kıtaları aramaya çıkan biri olarak tasarlayan Katalan yazar Jacinto Verdaguer'in "L'Atlantida" adlı şiiri, Gerhardt Hauptmann'ın aynı efsaneyi simgeleştirerek, bir kadın oyuncuya âşık olan bir bilim adamının psikolojisine uyguladığı romanı Atlantis ve P. Benoit'in "Atlantide" adlı kitapları bunlardan bazılarıdır.

Ayrıca jeoloji biliminde Atlantis adı resmi olarak, Atlas Okyanusu'nun yerinde bulunduğu varsayılan karalara verilen bir addır.

e." Kritias bu hikâyeyi dedesinden (onun da adı Kritias'tır) dinlediğini söyler. Dedesi de babası Dropides'ten, o da Yunan bilgesi Solon'dan dinlemiştir. Solon ise İÖ 600 yılından hemen sonra bulunduğu Mısır'da Mısır rahiplerinden duymuştur. Böylece Platon'un kendi anlatımına göre Kritias'tâ iki yüz yıl önce ortaya atılmış bir hikâyeyi dolaylı olarak duymaktayız.



(Solda) Atlantis hikâyesinin özgün kaynağı olan Platon'un (İÖ 427-347) I. yüzyılda yapılmış mermer büstü. Platon, Timaio ve Kritias diyaloglarında Atlantis'i ortaya atmış ve toplumunu ayrıntılarıyla ele almıştır. (Sağda) Athanasius Kircher'in Atlantis haritası (1678). Platon'un da belirttiği gibi ülkeyi Herakles Sütunları'nın ötesine, Atlas Okyanusu'nun ortalarına yerleştirir. Kuzeyin aşağı tarafta olduğuna dikkat!

MÜKEMMEL DEVLET, ATİNADIR, ATLANTİS DEĞİL

Mısırlı rahipler Solon'a "bütün kentlerin en iyi yönetileni" olan eski Atina hakkında bir hikâye anlatmışlardı. Platon'un mükemmel devlet modeli işte zamanından 9300 yıl öncesinin bu eski Atina'sıdır. Rahipler Solon'a, eski Atinalılar'ın en büyük kahramanlık eylemini anlatırlar: Atinalılar "Avrupa'nın ve Asya'nın tümüne bir sefer açan büyük bir devleti" savaşta yenmişlerdir. Bu yayılmacı millet "Herakles Sütunları"nın ötesinden, Atlas Okyanusu'ndan gelmiştir. Ve bu büyük devletin adı Atlantis'ti.

Atlantis, ta Mısır'a kadar kuzey Afrika'nın tümünde egemendi. Ancak Kritias'ın söylediğine göre o savaşta Atinalılar tarafından yenilen Atlantis, tanrılar tarafından depremler ve sellerle ortadan kaldırılmıştı.